Had Çizgisi

            Düşündüğüm şeyin ayrıntı olup olmadığını bilmiyorum. Neticesinden korkuyorum, yoksa abartıyor muyum, ama sanmıyorum. Belki de şeytan sağdan yaklaşıyor. Belki'ler önümü kapatıyor, acaba'lar önümü açıyor, neden'ler düşündürüyor.

           İnce çizgiler üzerinde yürümek gerçekten zormuş. Her adımında bir ayağını çizgi dışından alıyorsun. Çamur yapmasa da tozlandırıyor, belki çamur yapacak. Düşürmese de dengeni bozuyor, belki düşürecek.
            Ama öyle de bir yol var ki hem geniş hem belki'lerden daha uzak. Fakat insanın içinde bir şey var ki o dar, ince çizgi yolu çekici, cazibedar ve lezzetli gösteriyor. Cazibesini yasak elma gibi bir ısırıktan bir şey olmaz diyor. Bu ısırığın ayağını kaydıracağını unutturmaya çalışıyor. İnsana haddini aştırmaya çalışıyor.

Haz - Doyum


Doyumun Ulaşılamazlığı

Simetrinin güzelliği beni büyüsüne hapsetmiş,  enerjimi harcayana kadar büyüden kurtulamıyorum. Bazen şekilde simetri olmuyor, yok. Fakat o kadar çekici oluyor ki oradaki hazzı nasıl alacağını bilemiyorsun. Bütün duygularınla içine çekmeye çalışıyorsun. Gözlerini kapatıp en iyisini almaya çalışıyorsun. Pürüzsüz olması için boşlukları hayalinle doldurup video gibi oynatıyorsun. Boyut değiştirip hayal kâinatında, farklı boyuttan hazza ulaşmaya çalışıyorsun. Tüm duygularını, bütün azalarını doldurmak istiyorsun. Doyuma ulaşmak istiyorsun. Olabildiğince tüm enerjini odaklanmaya, hayaline, doyuma ulaşmaya harcıyorsun. Yükseliyorsun haz doluyor, daha da istiyorsun doluyor, doluyor… Zirveyi görmek hissetmek istiyorsun. İçini haz doldurmak… Kendini o kadar adıyorsun, bunun için yıpratıyorsun ki enerjinin bittiğini hissettikçe, hazza yakınlaştıkça ama ulaşamayacağını bildikçe kahrolmaya başlıyorsun. Haz içinde eleme dönüşüyor. Enerji bitiminden sonra endişe, hüzün, bir karamsarlık, pişmanlık kaplıyor içini. Göremediğin şeyler seni, duygularını çökertmeye başlıyor. Nefes al. Derin derin al. Nefesi hisset. İçinden ağlamak gelecek. Pişmanlık içinde değişik bir duyguya dönüşecek. Gözlerin yaşaracak. Nedenini bilmeden ağlamak isteyeceksin, içindeki pişmanlığı, doyumsuzluğu ağlayarak püskürmek isteyeceksin. Ağla.
Duygu boşalımından sonra yavaş yavaş kendine geleceksin, yeniden enerji depolanmaya başlayacak. Fakat hazza ulaşmaya çalışırkenki durumu hatırlamayacaksın, hatırlamak için ancak hafızanda kaydetmen gerekecek. Yaşadığın pişmanlığı yeniden hatırlaman gerekecek. Fakat insandaki hazza ulaşma isteği ölene kadar bitmeyecek. Ancak hazzına ulaşmak istediğin kötüyse sana ve çevrene zarar veriyorsa, onu ya terbiye etmen gerekecek ya da öldürmen. Kötüyse terk et onu. Görmedin mi?

Hayat Israfı


Diyelim ki, mesela, acaba;  şimdiye kadar hayatını israf etmiş biri anlatıyor.

Sanki benim hayatım da israf edilmiş hayatlardan. Öylesine yaşıyorum. Hayat amacım yok. İsteklerim var. Bazıları benim o isteklerime hayat amacı diyor. Sözlerimde sanki ben her şeyi yaparım gibi konuşuyorum. Cümlelerimde çok fazla “ben” kullanıyorum. Olmadığım ama olmak istediğim şeyi sanki ben oymuşum gibi söylüyorum.
Ya Hu ne yapıyorum ben?  Benim çalışmam lazım ben büyük adam olmalıyım. Çünkü ben bir numara olabilirim.  
Fakat bir bana bakıyorum bir de olmak istediğim bana. Olmak istediğim kişi saygı gösterip “vay be” dediğim, hatta hayran olabileceğim biri. Şimdiki ben üzüldüğüm, acıdığım biri.
Ama zevklerimden de vaz geçmiyorum. Bağımlısı olduğum zevklerim var bana elem veren, belki de beni bu hale mahkûm eden.
Yaşadığım hayat ile kafamdaki bir değil.
Halsiz kalmışım yürümeye dermanım yok. Açım doyuramıyorum kendimi. İsteklerim çok ama armudun pişip ağzıma düşmesini istiyorum.
Sanki bu bir hastalık, çünkü hayatımı yaşamadan bitiriyorum. Hayatımda eksik olan bir şey var, galiba o eksik de benim.

Amaçsızlık, neden yaşadığını bilmeden yaşamak, hiç ölmeyecek gibi yaşamak… Zamanı durduramadığın sürece bunlar hep pişmanlık doğurur.


Dünyaya Sığamıyorum

Dünyaya Sığamıyorum

Ben orayı istiyorum. Bu dünyada istediğin her şeyi yapamazsın. İstediğin her şeyi yapabileceğin bir yer var fakat orası da bedava değil, çalışmak lazım. Ben tüm istek ve hayallerimle bu dünyaya sığamadığımı biliyorum. Elimin eriştiğini veya gözümün gördüğünü değil hayalimde istediğimi istiyorum. Hayalimde istediğim şey ise her şeyi istiyorum. Ben her şeyi istiyorum. Derler ki “gözünü toprak doyursun”. Bu dünyada benim gözümü ancak toprak doyurur. Çünkü isteklerimin bu dünyada bitmesi için gözümün kapanması lazım. İnsanın hayal ederken gözlerini kapaması dahi hayallerinin gözünü kapadıktan sonra gerçekleşeceğinin kanıtı olabilir.  Çünkü benim arzularımın tatmin edebilecek yer burada değil.

Ben tüm hazlarımı doyuma ulaştırabilecek bir yer istiyorum. Sen?



Benin Beni Bulma Çabaları

Benin beni bulma çabaları

Melek, şeytan, iç sesim, kafamdaki karmaşalar, dışarıdaki insanlar hepiniz bir susun! Kendimi duyamıyorum. Şimdi bir şeyler duyuyorum. Ama fark edemiyorum gerçekten bu ben miyim?

Bu ben olamam. Hayır hayır bu ben olamam. Ama belki şu ben olabilirim. Evet evet şu ben olabilirim. Peki, oraya nasıl gidebilirim? Ben beni oraya götürür müsün? Hayır mı? O zaman beni bana bırak oraya ben gideyim. Tamam mı? Ama ben sensiz ben değilim, ben sen böyle olduğun için benim. Geçmiş benimi burada bırakırsam geçmiş benliğimden vaz geçmiş olurum. Hem oraya kadar ben sensiz nasıl giderim. Sen de benimle gel, ben sensiz ben olamam ki. Ama seninle mutlu bir ben de değilim. Ben şuradaki beni istiyorum. Gel beraber gidelim. Oraya ulaşırsak yolda yaşadıklarımız belki beni şuradaki ben yaparda seni de bensiz bırakmamış olurum. Zaten başka bir ben alamam ki, ancak seni değiştirip yeni bir ben yapabilirim.

Ben özünde iyi biriyim aslında. Belki de herkes asıl benliğinde iyidir. Fakat benler çok karıştı. Şimdi asıl meseleye gelelim. Ben, sen kafamda mısın, kalbimde mi? Sen en az benim kadar gerçeksin biliyorum.

Teknik teknoloji, bilim bilgi, fikir felsefe, hangisi beni bana ulaştırır ki?  Ben beni kime sorarak bulabilirim? Beni ben den daha iyi ancak beni yaratan bilebilir. O beni nasıl sorabilirim ki? Bunu bu dünyada yapamam, diğer dünyada geç olmuş olur. Elbet beni bulabilmem için bu dünyada mesajlar göndermiştir. Onları okumalı ve dinlemeliyim. Ama bunun için yokuş çıkmalı, biraz zorluk çekmeli ve beni benden alan şeylerden uzak durmalıyım. Fakat bu bendeki benin hoşuna gitmedi. O nu benimle gelmeye ikna etmeliyim. Zorla da götüremem ki benim de sınırlı bir sabrım ve enerjim var. Bunu ancak ona anlatarak başarabilirim. Ama önce yapacaklarımı benim de kalbimden tasdik etmem gerek.

Ben bana ulaştığımı nasıl anlarım ki? O kadar ben den hangisi benim nasıl seçebilirim? Kurallara uyarsan beni bana götürür zaten.
Şu andaki ben labirentteyim ve beni bana ulaştırmakla görevlendirildim. Ulaştırmaya çabalamam lazım. Kurala uymadığım zaman girdiğim yanlış bir yolda süremi doldurmamalıyım. Zaten yaratıcım sıkıştığımda dua kapısı ve yanlış yola girdiğimde tövbe kapısı açmış benin için. Layık olmadığım halde de görevi tamamladığımda bana çok güzel ödüller vaat etti.

Bırak da beni ben yapalım şu işi. Tamam, yapınca sen yine ben ol. Zaten ben mi senim sen mi bensin bilemiyorum artık. Ben mi sana engelim sen mi bana?
Benim benle başım belada. Nasıl kurtulurum benden? Ben benden kurtulursam bana ne olur?

Ben bana bağlıyım. Bu halatın ismi ben. Ben bana bağlı bu beni çözmeliyim. Çözmediğim sürece bende tutsağım. Ne zaman çözdüm ben o zaman özgürüm.

Beni tutan bir el var.
Bu benim elim değil, benin eli.
Bırakmıyor beni.
Çok sıkı tutmuşum elimle beni.
Bırakamıyorum elimi.
Sanki ben kontrol etmiyorum o eli.
Bir ben var benden içeri.



Geleceğin geçmişte bıraktığı (remix :) )

Geleceğin geçmişte bıraktığı

Zaman ile hep ileriye gideriz, dünümüz hep geride kalır. Zaman ilerlerken hedef hep yarındır. Zaman dediğimizde bugündür. Dün bitti, yarın daha gelmedi.

            Gelirse gelecek hızlı gelecek. Ömür balon gibi...

Dünler çoğaldıkça, her dünde biraz daha biriktirerek bugüne taşıdığımız şeyler vardır. Toplum olarak, insanlık olarak, herkes için olmasa da bireysel olarak. Toplum ve insanlık olarak taşıdıklarımızdan bir tanesi teknolojidir. Bunu her geçen gün daha da gelişmesinden anlayabiliriz. Bir zamanlar telgrafa hayretle bakıyordu insanlar, şimdi ise akıllı telefonlar normal geliyor. Yeni neslin bugünü bizim dünümüzden biriktirip geldiklerimizle başlıyor. Belki zaman gelecek “bizim ışınlanmamız neden iki saniye daha uzun sürüyor” diye kızacaklar.

Evet, gün geçtikçe bazı şeyler gelişiyor fakat bu gelişen şeyler için bizden eksilen şeylerde var. En bariz örneklerinden biridir toplumda yalnızlaşma. Dünya nüfusu arttı artmasına ama insanlar artık küçük gruplar halinde yaşıyor, bireysel veya çekirdek aile şeklinde.

Geçmişteki bazı şeylerimizi günümüze taşıyıp, yarınımıza götüremiyoruz. Çünkü yer yok. Taşıyabileceğimiz bir sınır var. Bazı şeyleri götürürken bazı şeyleri bırakmak zorunda kalıyoruz.

Yazının düzenlenmeden önceki hali orjinali


kararsızlık

KARARSIZLIK


Yolun sonunda ne var bilmiyorsun ama hazine olmasını umut ediyorsun. Yolda karşına ayrımlar çıkıyor. Sen umut ettiğin hazineye ulaşmak istiyorsun. Ve ayrımlardan birini seçiyorsun ama umut ettiğin hazineye ulaşmayı çok istediğin için yanlış ayrımı seçmiş olma ihtimali hep içini yiyor. Ve bunlara bir de umut ettiğin hazinenin nasıl bir şey olduğunu bilememe de ekleniyor. Hazinenin sadece çok değerli olduğunu hissediyorsun ve kendini buna adeta saplıyorsun, diğer ihtimalleri düşünmek istemiyorsun. Ama her şeye rağmen,yanlış ayrımı seçmiş olsan bile, ilerlemelisin çünkü yolun kenarına oturduğunda amaçları için ilerlemeye çalışanları gördükçe hırs duygusu tahta kurdu gibi seni yavaş yavaş çürütecektir. Üstelik ayrımlar hayatta olduğun sürece karşına çıkacak. Önceki ayrımlarında, ikilemlerinde yanlış olanı seçmiş olsan bile karşına çıkacak sonraki ayrımlarda doğrusunu seçebilirsin. Fakat ikilemlerinde takılıp hiç birini seçemeden beklediğinde ilerleme şansın yok.

Hayat Simulasyonu

Hayat Simulasyonları

Gelecekte teknoloji hayatımızın çok derinliklerine inecek gibi gözüküyor. Zaten çok yakınımızda olan, beraber yaşadığımız teknolojiyi vücudumuza dokunup hissedecek kadar yakınımıza alacağız. Simulasyonlar çok gelişecek. Günümüzde pilotlara eğitim olarak verilen uçak simulasyonunu biz evimizde oyun olarak oynayacağız. Belki de kansız cansız, elektrikle çalışan evcil hayvan robotlarımız olacak.
Eğlenmek için lunaparklara gidip korku trenine binmeyeceğiz.Takacağız “glass” gözlüğümüzü, kulaklığımızı görüntü üç boyutlu sesler üç boyutlu içindeymiş gibi trenimize bineceğiz. Bir operatör programı vasıtasıyla Çin’deki kepçesini kullanabilecek, bir gemi kaptanı 3-4 ay ailesinden uzak açık sularda gemi kullanmayıp gemisini evinden kontrol edebilecek.Artık yatalak hastalar taktıkları gözlük ve kulaklık sayesinde koşabilecek, hatta uçabilecek.
Hepimiz birer superman, spiderman olabileceğiz. Filmlerin önce görüntü kaliteleri düşüktü yükselttiler HD, ultra HD diye sonra 3 boyutluları çıktı, belki de gelecekte simulasyonlarla içine gireceğiz yani içinde gibi kamera biz nereye bakıyorsak orayı gösterecek. Televizyon dendiğinde akla dar bakışlı kutu gelecek.

Bu yazı Google glass gibi ürünlerin etkileri faydaları gibi de olabilir. Çünkü onları hatta daha ileri teknolojileri anlatıyor. Artık teknoloji hayatın daha derinlerine giriyor.

Geleceğin geçmişte bıraktığı şeyler

Geleceğin geçmişte bıraktığı şeyler

Zaman ile hep ileriye gideriz, dünümüz hep geride kalır. Zaman ilerlerken hedef hep yarındır. Zaman dediğimizde bugündür. Dün bitti, yarın daha gelmedi.

Dünler çoğaldıkça, her dünde biraz daha biriktirerek bugüne taşıdığımız şeyler vardır. Toplum olarak, insanlık olarak, herkes için olmasa da bireysel olarak. Toplum ve insanlık olarak taşıdıklarımızdan bir tanesi teknolojidir. Bunu her geçen gün daha da gelişmesinden anlayabiliriz. Bir zamanlar telgrafa hayretle bakıyordu insanlar, şimdi ise dokunmatik telefonlar normal geliyor. Yeni neslin bugünü bizim dünümüzden biriktirip geldiklerimizle başlıyor. Belki zaman gelecek “bizim ışınlanmamız neden iki saniye daha uzun sürüyor” diye kızacaklar.

Evet, gün geçtikçe bazı şeyler gelişiyor fakat bu gelişen şeyler için bizden eksilen şeylerde var. En bariz örneklerinden biridir toplumda yalnızlaşma. Dünya nüfusu arttı artmasına ama insanlar artık küçük gruplar halinde yaşıyor, bireysel veya çekirdek aile şeklinde. Ailelerin birlikte yaptıkları etkinlikler ilişkilerini sıcak tutma işine pek yaramıyor. Pikniğe gidiyorlar, düğüne, eğlenceye falan filan. Bunlar ilişkileri sıcak tutar mı? Bunlar hep eğlence amaçlı. İnsanlar devlet yönetimine, şehir yönetimine ihtiyaç duymadan bir şeyler yapmalı. Öncelerden “imece usulü” diye bir şey varmış.  Birçok insanın yaşadığı şehirlerde sıcak insan ilişkileri değil belediyeler var artık şehrin düzenini sağlayan. Artık birbirimize hadi şunu yapalım demiyoruz. Çağıralım şu firma yapsın ve ya belediye neden yapmamış burayı diyoruz. Ama bunları da normal sayabiliriz belki ‘çağın gerektirdiği şeyler’ deyip.

Geçmişteki bazı şeylerimizi günümüze taşıyıp, yarınımıza götüremiyoruz. Çünkü yer yok. Taşıyabileceğimiz bir sınır var. Bazı şeyleri götürürken bazı şeyleri bırakmak zorunda kalıyoruz.

Biraz dejenere de olmuş olsa bazı gelenek-görenekleri, adetleri taşıyabilmişiz günümüze. Mesela düğünleri akraba ve komşularla yapabiliyoruz. İçlerinde eksikler oluyor tabi. Kimi iş için uzaklara gitmiş oluyor kimi okumak için, haliyle gelemiyorlar.  Acı günümüzde de böyle oluyor. Birisi hayatını kaybettiğinde tüm sevdikleri onun yanında olamıyor. Bu olaylar gelişmiş dediğimiz yani dününden bugününe bizden daha çok taşıyabilmiş olan devletlerde daha sade, daha yalın, daha yalnız gerçekleşiyor. Mesela biz bir nevi düğünlerimizi cümbür cemaat yaparken onlar iki aile arasında veya sadece şahitler huzurunda yapıyor. Bizim ülkemizde de vardır tabi bu şekilde yapanlar ama sayıları daha azdır. Böyle yapanları yadırgamıyorum, vardır bir bildikleri diyorum ama toplumda böyle böyle yalnızlaşıyor.  Ve sonra diyorum ki düğünler, mutluluklar bu şekilde yanlışlaşıyorsa, hüzünlü acı günlerimiz nasıl olur gelecekte? Öldüğümüzde cenazemizi düğün organizasyonu yapan firmalar gibi piyasaya çıkan cenaze organizasyoncuları mı kaldırır? Sevdiklerimiz uzaklardan bize bir Fatiha göndermekle mi yetinir? Milyarlarca insanların yaşadığı dünyadan üç- beş kişiyle mi uğurlanırız? Ama doğruya, zaten kabirler tek kişiliktir. “Ne kadar çok dostumuz olsa da fani dostluklar kabir kapısına kadar.” Deyip avunuruz.




Hayat Filmi

Hayat Filmi

Hayat bir film midir? Eğer hayat bir filmse, herkesin hayatı ayrı bir filmdir. Ve bu filmin baş rol oyuncusu o hayatı yaşayandır. Diğer herkes onun hayatında figürandır. Ama siz de başkasının hayatında figüransınız. Dünyada yedi milyar insan varsa şimdi, yedi milyar da film oynuyor demektir. Dram, komedi, aksiyon, korku, macera... Milattan sonra 2013 yılındayız. Bu 2013 yıl içinde dünyaya Allah bilir kaç milyar insan geldi gitti. Ve o kadar da film başladı ve bitti. Bunun daha milattan önce olanları da var tabiki. Bir gün bizim başrol oynadığımız filmde bitecek. Tüm filmlerin bittiği bir gün gelecek ve sonra bir tören kurulacak, hak edenler ödüllerini alacak, hak edemeyenler ise cezalarını.

Yukarıda hayat bir filme benzetilerek anlatılmaya çalışılmıştır, bir masala da benzetilebilirdi fakat hayat bir masala benzetilemeyecek kadar gerçekçi. Hatalar affola.

Hayat ve Hayeller

Bazen insanın aklına saçma sapan şeyler gelir, bazen de güzel şeyler. Bazılarına dalarsın, başlarsın hayal kurmaya. Hayal yaptığın işi unutturur, izlediğin en güzel filmden daha fazla keyif verir sana. Sonra bir anda hayal kurmadan önce yaptığın iş gelir aklına, hayalden  çıkmak zorunda kalırsın. Sanki birinden ayrılıyor gibi hissedersin kendini. Hayalinde kralsındır, kraliçesindir. Hayalden çıkınca kendine gelirsin aslında sen hayatta başarıyı arayan; üniversiteye hazırlanan, okulu geçmeye çalışan, hayatta geçinmeye çalışan birisindir.
           
 İnsan hayata teneffüs verip hayallere dalmak ister. Teneffüsün bitmemesini ister. Ama gerçekte şudur ki: Hayaller dünyasında yaşamıyoruz. Şu yaşadığımız dünya da Ahirete nispeten bir rüya kadar kısa sürecek. Şu gerçek, dünyamızın en büyük gerçeklerinden biri bu.  Hayallerini gerçekleştirmek için çalışmıyorsan içi hava dolu 50 gram balondan başka bir şey değildir düşündükleriniz.
            Hayalleri gerçekleştirmek midir asıl hedef? Yoksa onları gerçekleştirmeye çalışmak mı, çabalamak mı? Birinde sonuç başarıdır, diğerinde verdiğin emek. Emeklerinin karşılığını alırsan başarın kesinleşmiş olur. Çoğu kişisel gelişim kitaplarında insana ‘sen yaparsın, sen başarırsın’ diye gaz verilir. Hayır gerçek olan bu değildir. Bu sadece balonu şişirmek için verilmiş gazdır. Gerçek olan, denemeden bilemezsin. Düşmeden öğrenemezsin. Şişkin bir balon olmaktansa portakal büyüklüğünde demir bilye olmayı seçin.  Çalışın, emek verin olmuyorsa o zaman nasibim buymuş dersin.


Hayatta Fark Edilmeye Çalışma Çabaları

Hayatta Fark Edilmeye Çalışma Çabaları

O kadar insanın arasında fark edilmezsin. Fark edilmek için diğer insanlardan farklı şeyler yapman da yetmeyebilir, onların dikkatini çekecek bir şey yapman gerek. Eğer sen hariç diğer insanlar aynı ise insanlığın ifrat veya tefrit noktasına ulaşman, diğer insanlar tarafından fark edilmene yeterli olacaktır. Dikkat çekmek için farklı yollar da var elbette, bu yolların birini de sen keşfedebilirsin mesela. Fakat şöyle de bir şey var ki insan bunu neden ister? Diğer insanların gözlerini, ilgilerini neden kendine çekmek isteyebilir? Diğer insanlar benim kim olduğumu bilsin, benden bahsetsinler, beni takdir etsinler, bana imrensinler, benim yerimde olmak istesinler ve benler böyle devam eder.
 İnsan büyüüüük olmak istiyor. Bunu da diğerlerinden sıyrılmaya çalışarak yapmaya çalışıyor. Peki insanın büyük olma isteği nereden geliyor olabilir? Normalde insan çok aciz ve zayıf bir yaratıktır. Dünyada ki tüm canlıların fiziksel veya yeteneksel bir özelliği var. İnsanın özelliği düşünme yeteneği. Bu özellik çok geniş manalara yayılabiliyor. Yani bir şeyi almak için uzanmalıysanız altınıza tabure, merdiven koyarsınız. Fakat  daha geniş daire olan görme, uzaklarda gördüğünüzü almak için daha çok çabalayacaksınızdır ve uzakta olan genelde elinle ulaşabileceğinden daha üstündür. İnsanın da düşünme yeteneği uzakları hedeflemektedir. “Tüm insanlardan daha üstün bir yönüm olduğunu gösterebilirsem ünlü, havalı ve zengin olurum ve bunlar olursa çok mutlu olurum” ve ya insan diğer insanlardan farklı olduğunu göstermeyi bir şeyleri çok iyi başardığını gösterebilmek için de yapabilir. Böylece diğer insanlardan farklı olacaktır bir nevi seçilmiş kişi olacaktır.

Yukarıda söylenenler sizin de göreceğiniz gibi ego tatmini içindir. Peki egoyu doyuma ulaştırma mümkün mü? Bunun cevabına hayır yanıtı verilebilir çünkü ego zahmetsiz büyük rahmetler istemektedir ve bu durum da bu dünyada mümkün değildir. Yani ego aslında şiddetle cenneti istemekte fakat sabredememektedir. Ego diğer insanlardan farklı olduğunu gösterince, kendini yüceltince diğer insanları yüksekten izleyecektir. Diğer insanların yaptıkları kendine bir oyun gibi gelecektir ve burada oyunu oynayanın kendisinin olduğunu düşünecektir. Sonrasında kudretini yaratıcısının kudretiyle karşılaştırmaya, benzetmeye başlayabilir. Lakin bu durumun ona yaratıcısı tarafından verilmiş bir nimet olduğu idrakinde olursa bu nimetini diğer dünyası için daha büyük bir nimete dönüştürebilir egosunun güç hissini diğer insanların hizmetinde dahi kullanabilir. Böyle olunca ultra bir nimet olabilir fakat egonun zevklerine sınır çizildiği için hoşlanmayabilir ve verilen ödülün hemen verilmemesi ayağınızı kaydırması için bir yol olarak kullanabilir. Kişiliğiniz ne kadar güçlü olursa, kendinizi frenleme gücünüz ne kadar fazlaysa zirvede ayağınızın kaymadan durabilmeniz için o kadar iyidir. Zira yüksekten düşenin hali hiç iyi olmayabilir.